17 Ağustos 2012 Cuma

Pürtelaş


Bir koşuşturma, bir telaş...

Balkonlardan sarkan bembeyaz yorganlar, yastıklar...

Uçuşan tertemiz perdelerin rüzgarla haşır neşir halleri; derken eli kolu dolu ağır aksak yürüyen ya da hızla bir yere yetişme telaşında olan insanlar.

Dükkanlar yavaş yavaş hareketlenmiştir şimdi, 


Yaz sonu indirimleri de sevindirmiştir hanımları.

Evde bir hareketlilik, kim gelecekti sahi bu bayram?
Torunlar nerede olacaktı, çocuklar ne kadar kalır gelince, kim ne severdi?

Ne pişirmeli, ne hazırlamalı?

Sakine Teyze yine kurmuş yer sofrasını, açıyor üstünde yufkasını, komşular yardımda.

Bu sofra kaç kez kurulurdu acaba?

Bayram hazırlıklarına, kuru yufkaya, yaz sonu konservelerine, reçellere niyet...

Yanında yanan harlı ateş hiç yakmaz sofra başında harıl harıl çalışanı, aklından neler geçer?

Islak örtü altında bekleyen küçücük hamur topları gibi; bakışlarının altında, oklava tutan ellerinin içinde neleri barındırırdı ömründen?

Yetiştirirdi elbet el açması su böreğini, baklavasına son anda döktüğü şerbetin kokusu sarardı mahalleyi.

Çocuklar bayram için hangi kapı senin, hangi kapı Hüseyinlerin diye planlarını yapadursun, anneleri çoktan kolayla ütü basmıştı mendillere; ayakkabılar yeni, daha haberleri yok.

Babaları bayram namazından dönerlerken verecekti harçlığını,
ama az; ama çok. Gönülden kopan bir buse ile. Her zaman tatlıydı o para!

Sahi kaç yaşına geldik de; hala aramıyor muyuz o harçlıkları? El öpsek de kurtarmıyor artık o masumiyet tutamlarını.






Bayram, ziyaretti oysa.

Balkonlardan uçuşan o tertemiz perdeler, yün yorganların pat pat sesleri; cam silen hanımların pürtelaşı; Sakine Teyzenin pamuk elleriyle açtığı güzelim börekler...

Gönül gözüyle, gönül özlemiyle yanan hanım teyzelerin, dedelerin bekleyişi idi bayram.

Bu bayram da, kapılar size; bize açık.

Haydi;

Yetişelim.


15 Ağustos 2012 Çarşamba

Kahvenin Kaç Yıllık Hatırı?


Heyecanla geçer sohbet, ortasına gelmeden:

''-Ah, dur hemen kahve yapayım!'' havasıyla tamamlanır o güzelim atmosfer.

Önce bir sessizlik, ertesinde buram buram kahve kokusu, telvesi ağır ağır karıştırılan. 

Çocuktuk, 
Olmazdı; 
Biz kahve içemezdik. Kararırdık! 

Kahve; Türk kahvesi... Kişi ele verir kendini sanki cevabıyla, şekerli olsun; sohbeti tatlı. Orta lütfen, herkese uyumlu. Sade olsun. Kararlı, keyif adamı.

Bazen olur, yüksek katlardan, aşağı mahalleye doğru baktığımda; yüzlerce, binlerce pencere var.

Sahi neler olur oralarda? Kiminin telaşı, kiminin hüznü, kiminin kavgası. Kiminin heyecanla, mutluluğu.

Hep dua ederim; ''tüm bu evlere huzur ve mutluluk yağsın n'olur..'' derim kendi kendime. Belki işe yarıyordur? Heyecanla telaşlı bir anne, sakinleşiyor, tebessüm ediyordur. Kavga eden bir aile; birbirine kenetlenip sarmaş dolaş oluyordur. Ağlamaklı bir hasta, yüzünde huzurla uykusuna dalıyordur.

Böyle sürüp gidiyor işte, benliğimle keyifli anlarımızda. 

Hep bu evlerin, mutfaklarını merak eder oldum. Mutfak ya da pencere önü sohbetlerini. Evin hanımı işini henüz bitirmiş ya da yarıda kesmiş iki lahza arası dinlenirken.. Belki bir kahve pişirir kendisine en okkalısından. Belki komşusu çağırır; haydi kahveye! 




                 
Fallar...

Kimine kısmet, kimine nazar.

Yüreği kabaranlar, gerçekleşsin diye ümitle suyun altına tutulan fincanlar. Akşamın yemeği ne olacaktı? Sonrasında onun bunun haberi; Aysel Ablanın yeni perdeleri... Hep bu Türk kahvesi yüzünden. Küçücük fincanın etrafında neler olup bitiyor, koskoca mahalle yerinden oynuyor.

Akşam yemek sonrası, evin beyine kahve götürmemek hiç olur mu?

Kahvenizi nasıl alırsınız?

Mutlulukla...!

10 Ağustos 2012 Cuma

Sardunya Kokusu


Gönül alan güneş, bir yandan ferahlatan yağmur...
Derken yağmur sonrası toprak kokusu gelir aklıma. 


Henüz biçilmiş çimlerin rüzgarla gelen kokusu, ve toprağın insanın ruhuna, ''şşş... tamam geçti, buradayım'' hissiyatı nedendir bilmem, ama tüm hüzün sonrası, toprak kokusu arıyorum ben. Mutlu iken çiçek kokuları, hüzünlüyken toprak...


Belki bir öze dönüş isteği, belki yenilenme.



Teneke kutular içinde sardunyaları vardı büyük annemin; arka balkonunda. Fırsat bulup kaçardım yanlarına, küçük tahta bir tabure kolumun altında. Oturur, 6-7 yaşa istinaden kim bilir neler düşünürdüm?  Sokaktaki oyun arkadaşlarımı mı? Yavru kedileri mi? Bir çocuğun tahta bi tabure üzerinde, sardunyalar altında ve kokuları henüz oluşan benliğine sinerken neler düşündüğümü ve hissettiğimi merak ediyorum şimdilerde.




Gelişen zaman, büyüyen insan; acıtan hayat derken; küçük bir çocuğun kaçtığı ya da saklandığı bir köşesi gibi  bir yer olsa yine insanların hayatında. Şimdi de örneğin, masanın altında oturup bunu yazsam? Ya da işlerimi üzerine saksıların konduğu tahtalar iliştirilmiş balkonda görsem.

Ve insanlar, çocukken olduğu gibi 'sadece' oyuncaklarını kırsa yanlışlıkla, sevdiklerinin...